DOLAR: 34.8 TL
EURO: 36.7 TL

ÜLKÜTAŞIR’IN AĞAÇ KÜLTÜ ARAŞTIRMALARI (1938) -1-

6 yıl önce
831 kez görüntülendi

ÜLKÜTAŞIR’IN AĞAÇ KÜLTÜ ARAŞTIRMALARI (1938) -1-
Reklam

1894 yılında İstanbul’da doğan M. Şakir Ülkütaşır, Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında İstanbul Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde açılan serbest dersleri izlemiş, tarih, felsefe, psikoloji ve edebiyat dersleri almıştır. 1913’ten itibaren Türk basınında yer alan farklı konulardaki pek çok yazıyı takip etmiştir. Bir eleştiri olan “Bir İktibas-ı Muhayyir” başlıklı ilk yazısı 1920’de Sinop Gazetesi’nde yayınlanmıştır. Ülkütaşır, daha sonra Türk askerini yücelten yazılar yazmıştır. 1933’te Türk Dil Kurumu’nun derleme kolu yardımcılığına getirilen Ülkütaşır, o yıllarda Dilbilimi’nde otorite olan Prof. Dr. Ragıp Hulusi Özdem ile birlikte çalışmıştır. Bu süreçten sonra, Türk kültürü araştırmalarına yönelik çeşitli yayın organlarında çıkan yazılarıyla büyük hizmetlerde bulunmuştur. Ayrıca Türkiye’de Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay gibi birçok kurumda görev almış, 1963’te emekli olmuş, 1982’de yaşamını yitirmiştir (Ahmet Demircan, “Mehmet Şakir Ülkütaşır-Hayatı ve Çalışmaları”, Ankara 2008, http://www.akademiktarih.com/biyoiler-makaleler-51/10083-b-halkbilimci-mehmet-k-kar.html).
Ülkütaşır’ın ağaç kültüne dair bir araştırması, Türk Dili Tetkik Cemiyeti Azası olarak görev yaptığı 1938 yılında Akgün gazetesinde dört seri olarak yayınlanmıştır. (Yazının gazetede yayınlanmış halinde, dönemin teknik koşullarından kaynaklanan imla ve noktalama hataları mevcuttur. Anlaşılırlığın sağlanması amacıyla imla ve noktalamada düzelti yapılmış, mana bakımından hiç bir değişiklik yapılmamıştır). Ülkütaşır’ın ağaç kültüne dair yazısı şöyledir:

“Türklerde Ağaç Kültü” Üzerinde Küçük Bir Araştırma
Ağaç kültü, yani ağacı mübarek bir nesne saymak, ona tapmak itikadı pek eskidir. Bu kültün beşer tarihinde olduğu kadar, Türk tarih ve folklorunda da türlü tezahürlerine tesadüf edilir. İnsanlar ağaçlar, dolaysıyla ormanlar hakkında düşündükleri şeyler, yani, buna ait masallar, âdet ve itikatlar, kanunlar; ormanlarda yaşadığını tahayyül ettiği cin, peri kızları, şeytan ve hortlak gibi kötü ruhlar, hulâsa, tarihin başladığı devirden beri insanoğlunun ağaç ve ormanlarda tahayyüle de geldiği türlü hayat şekilleri ehemmiyetle araştırılmaya değen bir mevzudur.
İnsan muhayyilesi; konuşan ağaçlar, koruyucu ağaçlar, şeytan ağaçları, evlenme ağaçları, doğum ağaçları, ölüm ağaçları ve mabut ağaçlar tasavvur ettiği gibi, tarihî, etnik menşeini de az çok bu kült ile alâkadar bir efsaneye bağlamak istemiştir. Hülasa, beşerî bir mahiyet ve ehemmiyet taşımakta olan ağacın Türk halk akide ve edebiyatında da büyük bir yeri vardır.

Türk tarih ve folklorunda ağaç kültü etrafında teşekkül eden mitolojiye dair bir hayli malumat bulabiliriz. Bu kültün en eski şeklini meşhur Dokuz Oğuz (Huvey-hu) menkıbesinde görüyoruz. Bu menkıbeye göre: Dokuz Oğuzlar önce Kumlancu adı verilen bir ülkede oturuyorlardı. Buradan Tulga ve Selenge adında iki Irmak akardı. Bir gece bu ülkede iki ağacın üzerine gökten bir ışık (Altın Yaruk) sütunu indi. Bu ağaçlardan biri suma (huş=kayın ağacı), ötekide fusuk (=Cinhanküşa’ya göre çam Fıstığı, Kâşgarlı Mahmud’a göre fındık ağacı) idi. Bundan sonra bu ağaçlardan birinin karnı (sakı) şişti ve dokuz ay on gün sonra da ağacın karnında bir kapı açıldı. İçeride, ağızlarında gümüş emzikler bulunan beş erkek çocuk göründü.
Daha çocuklar doğmadan, bu ağaçların etrafında otuz kadem nısıf kutrunda gümüşten bir daire vücuda gelmişti. Ağaçlardan da musiki sesleri işitilirdi. Gökten inen bu nur sütunu orada yeşim (sihirli bir taş)den bir kaya vücuda getirmişti. O civardaki Türkler bu çocukları büyüttüler. Bunlar on beş yaşına girince ana babalarını sordular. Türkler, onları bu iki ağacın yanına götürdüler:

“İşte, bunlardan biri babanız (huş ağacı), öteki de ananız (çam fıstığı)dır…” dediler. Çocuklar bu ağaçlara büyük hürmet gösterdiler. “Sevgili anamız, babamız” diye samimî muhabbetlerini azlettiler. O zaman ağaçlar da dile gelerek evlâtları hakkında hayır duada bulundular.
Dokuz Oğuz menkıbesi gibi Oğuz Destanı’nın da muhtelif yerlerinde yine ağaç kültü ile alâkadar bir takım kayıtlar vardır. Mesela: “Bu sırada o memlekette büyük bir orman vardı. İçinden dereler, ırmaklar akardı. Hayvanlar ve kuşlar çoktu. Bu ormanda büyük bir canavar vardı. Beygirleri parçalayıp yer, insanları yutardı. Oğuz onu öldürdü…” ve “Oğuz bir gün ava gitmişti. Uzaktan bir gölün ortasında bir ağaç ve ağacın kapısında yalnız bir kız gördü. O kadar güzeldi ki, görenler bayılır, süt ve kımız olur akardı. Oğuz onu görünce aklı başından gitti; sevdi, aldı.” (Akgün, 23 Haziran 1938).
[Devam Edecek…]

Reklam
Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Yukarı Çık